10 Ekim 2012 Çarşamba

DEFNE KOZ



Üç şehirde birden yaşıyor. Hayatı İstanbul, Milano ve Chicago arasında gidip gelmekle geçiyor. Türk ve endüstri tasarımcısı denince, akla gelen ilk isimlerden. Defne Koz (42) TED Koleji’ni bitirdikten sonra, İtalyan dili ve edebiyatı eğitimi aldı. 1987-88 yıllarında ODTÜ’de Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nde atölye çalışmalarına katıldı.
1989′da Milano’da Domus Academy Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’ne girdi. Defne Koz Design Studio’yu 1992 yılında açtı. Mobilya, ev aksesuarları, aydınlatma sistemleri, masa üstü ürünleri, ev ve ofis iç mekan tasarımları yapıyor. Pirelli, Alessi, Cappellini, Guzzini, Sharp, Nissan, Casio, Nurus ve Derin gibi markalar için çalışıyor.

Tasarımla ilk temasınızın nasıl başladığını hatırlıyor musunuz? 
Hatırlamaz olur muyum? Büyük trajedi! İki buçuk yaşındayım. Evimizde Mies Van Der Rohe’nin Barcelona koltukları var. Bir akşam, annemle babam dışarıdayken ben elimde pastel boyalarla koltuğun üzerindeki her deri kareye bir güzel resim yapıyorum. Çok ama çok mutluyum…
Teknoloji ile aranız nasıl? 
Seviyorum. Teknoloji sayesinde bugün Chicago’da yaşayıp Milano ve Tel Aviv’de çalışan asistanlarımı kontrol ederek İtalya, Almanya ve Türkiye’deki müşterilerim için çalışabiliyor; Çin’de, Türkiye’de ve İtalya’daki üretimleri kontrol edebiliyor ve bilgilerimi pekiştirebiliyorum.

İşlevselliğin yaratıcılığı sınırlandırdığına inanıyor musunuz? 
Sınırlar provoke eder, dolayısıyla yaratıcılığın bu sayede körüklediğine inanıyorum. Ama benim için tasarımı yaratan işlevsellik değil, hisler.

Tanıdığım endüstri tasarımcılarının çoğu heykeltıraşlara öykünüyor. Birleştiğiniz nokta nedir?
Yaratıcılığı içeren pek çok meslek var. Aşçıdan heykeltıraşa, yazardan parfüm yapımcısına kadar upuzun bir liste bu. Heykeltıraşlarla, yazarlarla ya da aşçılarla birleştiğimiz tek nokta, kendi ifade dillerimizi kullanarak bir şeyler üretmemiz. Ancak üretim yollarımız çok farklı.

Marka kavramı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Markanın bir kimlik olduğunu, kimliksiz bir firmanın ruhsuz olduğunu; tıpkı ruhu olmayan insanlarla konuşamayacağınız gibi, ruhu olmayan firmaların iş yapmasının da çok zor olduğunu biliyorum.
MARKA OLMAYI HAK EDİYORUM
Siz bir marka mısınız?
Ben, yaptığım işe inanan bir tasarımcıyım. Bu inancımı pekiştiren tutarlı bir ifade dilim var. Tasarımlarımın ticari başarısı, uluslararası tasarım dünyasında pozitif algılanmaları, firmalar doğurması veya mevcut firmaların çehresini değiştirmesi ve on sene sonra dahi kataloglarda en çok satan ilk üç arasına girmesi, işimi Defne Koz imzası altında toplamaya hak kazandırıyor.
Tasarlamak isteyip de tasarlamadığınız bir şey var mı?
Çok… Ama henüz vakit erken.
Tasarım yapmanız için nasıl bir ruh hali gerekli? Nasıl bir ortam olmalı? 
İki tezat ruh hali beni motive eder: Sıkıntılı ve zamanımın dar olduğu, bir de bunun tam tersi çok rahat olduğum dönemler. İkisi arasındaki ruh halinde çok başarılı değilim. Her yer, her köşe, her konum benim için uygun. Yeter ki elimde bir kalem, bir de kalemi kullanabileceğim bir yüzey olsun.

BENİM DİLİM AGRESİF DEĞİL
Nelerden ilham alıyorsunuz? 
Edindiğim deneyimler, izlenimler ve bu izlenimlerin oluşturduğu düşünceler beynimi yeni bir yöne doğru faaliyete geçirmeye rahatlıkla yetiyor. Biraz yaratıcılığı seviyor, biraz da araştırmacı iseniz hepsinin buluşması fazla uzun sürmüyor. Gözüm, kulağım için yeni olan her şey; bir sergi, bir yemek, alışmadığım bir kültürde tanık olunan bir gelenek, bir film, bir tartışma… aklınıza gelebilecek her şey benim için bir kaynak. Beni oluşturan, beni ben yapan kültürden esinleniyorum. Dolayısı ile görmek, daha doğrusu görmesini bilmek önemli. Başkasına hiçbir şey ifade etmeyecek bir sahne, benim için bir projenin başlangıcı olabilir.
Sizi tanımayan biri tasarladığınız ürüne bakıp “Bunu bir kadın tasarlamış” der mi?
Kadın mı erkek mi diye ayırt edebilir mi bilemem ama, belki hassasiyeti kuvvetli biri diyebilir. En hoşuma giden de bu ürünlerin ruhu var denilmesi. Bir diğer hoşluk ise yaptığım işleri bilenlerin, yeni bir ürünü benim çizdiğimi bilmeden “Bu Defne’nindir” demeleri. Dilimin tanınıyor olması beni mutlu ediyor…
Moda olan tasarıma ve modaya karşı olduğunuzu biliyorum. Nedenini açıklar mısınız?
Benim işim yeni yaşam tarzlarını, trendleri belirlemek. Dolayısıyla modaya karşı değilim. Ama modanın bir stil olarak algılanması beni ilgilendirmiyor.
Türk olmak sizi ne kadar besliyor? 
Osmanlı kültüründen geliyorum. Milano’da ve Chicago’da tasarımcı olarak çalışırken bu kültürün hatırasını unutmuyorum. Bilinçaltımda kendi kültürümü yasarken, tasarladıklarımla kendimi anlattığım bir dilim var. Benim dilim; çağdaş, yalın, agresif olmayan, zamana dayanıklı, basit ama banal olmayan ve yenilikçi. Ama ürünlerimi değerlendirenler derin bir kültürden geldiğimi hissediyor.
İlk tasarımınız neydi? 
1991 tarihli “İlk” adlı sandalyem; İtalyan firması Molteni & Molteni’nin Steel koleksiyonunda yer almıştı.


Her tasarımcının gençlik, yetişkinlik ve olgunluk gibi dönemleri olduğunu düşünürsek siz hangi dönemdesiniz?
Gençlik ve olgunluğu hayatimin sonuna kadar bir arada götürmeyi istiyorum.





5 Ekim 2012 Cuma

Fibonacci ve Altın Oran

     Altın oran, matematikte ve fiziksel evrende ezelden beri var olmasına rağmen, insanlar tarafından ne zaman keşfedildiğine ve kullanılmaya başlandığına dair kesin bir bilgi mevcut değildir. Tarih boyunca birçok defa yeniden keşfedilmiş olma olasılığı kuvvetlidir.

      Euclid (M.Ö. 365 - M.Ö. 300), "Elementler" adlı tezinde, bir doğruyu 1,6180339.... noktasından bölmekten bahsetmiş ve bunu, bir doğruyu ekstrem ve önemli oranda bölmek diye adlandırılmıştır. Mısıllılar Keops Piramidi'nin tasarımında hem pi hem de phi oranını kullanmışlardır. Yunanlılar, Parthenon'un tüm tasarımını Altın Oran'a dayandırmışlardır. Bu oran, ünlü yunanlı heykeltıraş Phidias tarafından da kullanılmıştır. Leonardo Fibonacci adındaki İtlyan matematikçi, adıyla anılan numunelik serinin olağanüstü özelliklerini keşfetmiştir fakat bunun Altın Oran ile ilişkisini kavrayıp kavramadığı bilinmemektedir. Leonardo da Vinci, 1509'da Luca Pacioli'nin yayımladığı İlahi Oran adlı bir çalışmasına resimler vermiştir. Bu kitapta Leoardo da Vinci tarafından yapılmış Five Platonic Solids (Beş Platonik Cisim) adlı resimler bulunmaktadır.Altın Oran'ın Latince karşılığını ilk kullanan muhtemelen Leonardo da Vinci'dir. Rönesans sanatçıları Altın Oran'ı tablolarında ve heykellerinde denge ve güzelliği elde etmek amacıyla sıklıkla kullanmışlardır. Leonardo da Vinci, Son Yemek adlı tablosunda, İsa'nın havarilerinin oturduğu masanın boyutlarında, arkadaki duvar ve pencerelere kadar Altın Oran'ı uygulamıştır.  

                    

Güneş etrafındaki gezegenlerin yörünglerinin eliptik yapısını keşfeden Johannes Kepler (1571-1630), Altın Oran'ı  şu şekilde belirtmiştir: "Geometrinin iki büyük hazinesi vardır; biri Pythagoras'ın teoremi, diğeri bir doğrunun altın orana göre bölünmesidir.

Fibonacci Sayıları ve Altın Oran
Fibonacci sayıları (0,1,1,2,3,5,8,13,21,34,55,89,144,223,377,610,987,1597,2584,4182,6765... şeklinde devam eder) ile Altın Oran arasında ilginç bir ilişki vardır. Dizideki ardışık iki sayının oranı, sayılar büyüdükçe Altın Oran!a yaklaşır.
Fibonacci  ardışıkları, Altın oran ilişkisi yorumlamasıdır. Dizi ilerledikçe iki terim arasındaki oran 1,618'e yaklaşır.

4 Ekim 2012 Perşembe

Gökdelen Teknolojisi

Gökdelen, çok yüksek yapı anlamına gelmektedir, gemicilikte geminin uzun direğine verilen isimdir.

Bir gökdelen için en düşük yükseklik 305 metre (1000 fit) olarak kabul edilmektedir.
"Gökdelen" kelimesinin karşılığı olan İngilizce kelime skyscraper (gök kazıyan), 19. yüzyılın sonlarında, New York'taki halkın muazzam yapılara karşı olan korkusu sonucu ortaya çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletlerin'de, geleneksel olarak gökdelenlerin en düşük uzunluğu 153 metre (500 fit) olarak kabul edilmektedir.
Dünyanın en yüksek gökdelenleri sıralamasında ilk 3
1 Burj Dubai (Burj al Khalifa) BAE Dubai 2009 828 m
2 Taipei 101 Tayvan Taipei 2004 509 m
3 Şangay Dünya Finans Merkezi Çin Şangay 2008 492 m